Sosyal kaygı, özellikle çocuklarda sıkça rastlanan bir durumdur ve genellikle başkalarıyla etkileşime geçme konusunda aşırı bir korku ve kaygı duygusuyla kendini gösterir. Çocuğunuzun arkadaş edinme konusunda isteksizlik göstermesi, bu kaygının bir işareti olabilir. Eğer çocuğunuz okula gitmekte zorlanıyor, diğer çocuklarla oyun oynamaktan kaçınıyor ya da sosyal ortamlarda belirgin bir şekilde huzursuz oluyorsa, bu sosyal kaygının izlerini taşıyor olabilir.
Sosyal kaygının belirtileri genellikle fiziksel tepkilerle de kendini gösterir. Çocuğunuzun, başkalarıyla etkileşimde bulunurken terleme, titreme, karın ağrısı, mide bulantısı ve/veya baş dönmesi gibi fiziksel tepkiler verdiğini fark edebilirsiniz. Bu, çocuğun sosyal kaygısı yüzünden fiziksel olarak rahatsız hissettiğinin bir göstergesi olabilir.
Nasıl fark ederiz?
Sosyal kaygıyı fark etmek bazen zor olabilir çünkü çocuklar hissettiklerini doğrudan ifade edemez. Ancak bazı davranışlar bize ipuçları sunar:
Çocuk sosyal ortamlardan sistematik olarak kaçınıyorsa (doğum günü partilerine gitmek istememek, sınıfta söz almak istememek gibi),
Başkaları tarafından yargılanma ya da rezil olma korkusu yaşıyorsa,
Yeni bir ortama girmeden önce yoğun endişe ya da huzursuzluk duyuyorsa,
Ve bu durumlar çocuğun günlük işlevselliğini (okula devam, arkadaşlık kurma, hobilere katılım) etkiliyorsa, sosyal kaygıdan şüphelenilebilir.
Ayrıca çocuklar çoğu zaman “Ya bana gülerlerse?”, “Ya hata yaparsam?” gibi cümlelerle iç dünyalarındaki korkuları ifade eder. Bu tür düşünceler sıklaşıyor ve çocuğun hayatını kısıtlıyorsa, bir uzmandan destek almak önemli bir adımdır. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), sosyal kaygıyı anlamada ve yönetmede oldukça etkilidir. Bu terapinin temeli, çocuğun negatif düşünce kalıplarını fark etmesine ve daha olumlu düşünceler geliştirmesine dayanır. Erken yaşlarda yapılan bu müdahaleler sorunun ek sorunlara (okul reddi gibi) sebebiyet vermeden, kronikleşmeden çözülmesine yardımcı olur.